Merhaba Sevim,
İşe alamayacağız seni,
Ama madem bir sürü iyi yanın var,
Dikeceğiz seni iyi bir duvarın dibine.
Yok, sakın yanlış anlama,
Bir iş görüşmesi değil bu,
Bir sonun başında, o duvarın gölgesi yok,
Ve seni oraya, çaresiz bir direnç gibi dikeceğiz.
Sen de bilirsin o duvarları,
Her savaşta yükselen, her işgalde konuşan,
Bir fısıltı gibi dolanan, insanın titreyen soluğunda büyüyen.
Bir sonun yankısında duvarın dibine dikileceksin,
Yalnızca bir direnişçinin son bakışı kalacak geriye,
Bir anlık tereddüt, bir nefesin sesi,
Sonra gökyüzünde yankılanan bir patlama,
Bir kurşun sesiyle kapanan bütün yollar.
O duvar, Sevim, seni de bekliyor,
Seni o gölgeye saracağız,
Ama bil ki bu gölge değil koruyan,
Gözlerini kapatacaksın belki, belki de kapatmayacaksın,
Ama her halükarda, biz seni duvarın dibine dikeceğiz.
Bir kurşun bekliyor seni, gökyüzüne yazılan son cümlen,
Bir duvar bekliyor seni, unutuşun adıyla boyanmış,
İşgalin ellerinde yükselen beton bir ağıt,
O kurşun bir yankı olacak,
Ve seni, Sevim, o duvarın dibinde,
Bir direnişçinin son anı gibi bırakacağız.
Anladın sanırım, seni işe alamayacağız,
Gökyüzünün rengi değişti, mavi yok artık,
Bir zamanlar kahkahanın yankılandığı boşluktan,
Siyah kuşlar uçuyor şimdi.
Ama bak, senin de bir sürü iyi yanın var,
Düşünsene, bir duvarın dibine dikeceğiz seni,
Bir duvar ki gölge vermiyor, yalnızca bekletiyor.
Sen bilmezsin Sevim,
Biz duvarları yalnızca taşla değil,
Terle öreriz.
O ter, senin bileğinde damla damla kurur,
Göz kapaklarının ardında, bir kırık düş gibi.
Ama sen bilmezsin Sevim,
Her sabah uyandığında, o terin soğuk iziyle,
Yavaş yavaş nasıl silindiğini.
Bir şarkı çalar uzaktan,
Bir çekiç sesi, bir demir uğultusu,
Sen sanırsın ki çalışıyorsun,
Ama biz kurduk o yankıyı,
Duvarın öte yanında, her vuruş bir adım geri,
Her nefes bir eksik.
Özgürlük mü dedin?
O yalnızca bir rüzgâr,
Kapıların ardına vurulmuş bir zincir,
Sen ona bakarsın,
Ama ne ellerin ulaşır, ne de adımların.
Sevim,
Biz biliriz o sancıyı,
İnce ince içe işleyen, kırılmayan bir rüya gibi,
Bir düşün gölgesine yaslanırsın belki,
Ama gökyüzüne bak,
Mavi bile seninle aynı değil artık.
Biz her sabahı kararttık,
Senin için değil,
Bizim işimiz bu, güneşi soğutmak,
Ellerini buzla kesmek.
Sonra bakarsın, ellerin boş,
Bir harita çizersin hayata,
Ama yollar hep aynı çıkmazda düğümlenir.
Sokaklar, Sevim,
Bir ağaç köküne benzer,
Kırılmış, un ufak olmuş,
Kökleri topraktan koparılmış.
Biz seni oraya koyduk,
O duvarın dibine yasladık.
Sen bilmezsin Sevim,
Bir duvarın ardında ne saklıdır?
Bir öykü mü? Bir sessizlik mi?
Bizim hikayemiz değil o,
Seninki de değil,
Yalnızca bir yankı,
Kırık bir camdan süzülen gölgeler gibi,
O gölgede sen kaybolursun.
Biz dikildik, seni izledik,
Gözlerimizde bir damla bile titremedi,
Ellerinde emeğin, bizde ise o emeğin rüzgârı.
Biz üfledik,
Ve sen duvarın dibinde bir yaprak gibi savruldun.
Unut, Sevim,
Ne düşlerin gerçeğe dönüşecek,
Ne de rüzgâr kapılarını açacak.
Biz seni oraya, o duvarın ardına koyduk,
Artık geriye bakma,
Ne gördüğünü bilirsin.
Sokaklar devrilmiş ağaçlar gibi,
Ne kök kalmış ne de dal,
Biz hep birlikte kapatacağız boşluğu,
Kimse duymayacak artık sabahları,
Kimse bilmeyecek nasıl açtığını çiçeklerin.
İnce ince yağan bir kar düşecek üstüne,
Ve biz, senin iyi yanlarını,
Kırık bir aynanın parıltısı gibi saklayacağız,
Bir sonun unutulmuş sokak aralarında,
Kendi yansıman bile seni tanımayacak.
Şimdi bak, bu duvar eski bir anı gibi yükseliyor,
Ve seni ona yaslıyoruz,
Biliyoruz, işe yaramayacak belki,
Ama en azından gölgemizi ayırdık birbirimizden.
Sonra bir ses duyacağız uzaktan,
O ses mi? Yok, o ses değil,
Bir tür uğultu, bir varoluş fısıltısı,
Senin adın Sevim, ama kimse bilmeyecek artık.
Biz seni bıraktık,
Ve duvar yükseldi, göğe karıştı,
Sana bir iş bulamadık ama iyi bir yer verdik,
Yalnızlığın sonsuzluğunda bir duvarın dibinde.
Biz sana bir gölge verdik,
Ama sen gölgene küstün.
O duvarları yükselten eller,
Senin sandığın kadar değil belki,
Ama mutluydular hepsi gülüyordu gözleri
Güldükleri Sevim eve ekmek götürmekti
Eve ekmek götürebilmenin mutluluğu Sevim
Sen bunu taşıdın mı hiç suratında
İnsanın ta içindeki boşluktan gelen,
Bir ağırlık mı hissettin omuzlarında?
Bir zamanlar bulutları izleyen gözlerin var ya,
Artık yalnızca taşların arasında yankılanır.
Bir su damlar belki bir gün,
O taşların arasına sıkışmış tohumlara,
Ama bu senin suyun değil Sevim
O su, bir hatıranın sızısı sadece
Çünkü bu duvarlar ruhu sızlatır
Bilirsin, bir kurşun sadece bir anı,
Ama gölgeler hep sürer,
Ve biz o gölgeleri büyütürken,
Sen sadece bekledin.
Beklemek mi dedin?
O bir rüya gibi gelir,
Ama biz sana çoktan gösterdik uyanmayı,
Ve sen direndin,
Gökyüzüne değil, yere baktın ve biz
Yere bakan gözlerinle bir duvar ördük
Bir yerlerde belki anımsanırsın,
Belki de bir rüyanın içinde kaybolup gidersin,
Ne bir iz kalır senden ne de bir ses,
Sadece bir duvar, bir isim, ve bir hiç.
Cevapla
Want to join the discussion?Feel free to contribute!